YAZILAR

KAYBOLDUĞUMUZ EKRANLAR

28 Ağustos 2025 Perşembe

Sabah gözümüzü açıyoruz. Henüz yataktayken elimiz telefona gidiyor. Bildirimlere bir bakış, Instagram’a bir kaydırma, WhatsApp’ta birkaç mesaj… Gün başlıyor. Evin her köşesinde bir uvzumuz gibi telefonumuz yanımızda, sonra arabada, işte, okulda, kafede… Peki böyle düşününce insan soruyor; “Dijital dünya hayatımızın neresinde?” Cevap: Her yerinde!

Biz ne zaman bu kadar iç içe geçtik?

1990’larda bir devrim başladı ve internet evlerimize girdi. 2000’lerin ortasında Facebook ve YouTube ile dijital sosyallik yeni bir norm haline geldi. 2007’de ise iPhone sahneye çıktı, artık her şey cebimizdeydi: iş, eğlence, arkadaşlık, hatta yalnızlık bile. İlanı aşkın tanımı değişti empjilerle, konuşmamak görüşmemek değil, arkadaş listesinde takipten çıkmakla anlattık bir şeyleri…

Bugün ekran süremiz günde ortalama 6 saat 40 dakika. Evet, neredeyse bir tam iş günü. ABD’de bu süre 7 saatin üzerinde, Z kuşağı için daha da fazla. (Adam Connell verisi) Oyunlar, mail’ler, toplantılar, reels’ler, story’ler… derken bir bakıyoruz, “gerçekten yaşadığımız” zaman günden geriye ne kalıyor?

Cal Newport şöyle diyor: “İnsan beyni, sürekli bağlantıda olmaya uygun değildir.” Yani beynimiz bu kadar uyarana, bu kadar bildirim sesine, bu kadar görsele göre tasarlanmadı. Bu yüzden de yoruluyoruz. Dijital yorgunluk denen şey, sadece ruhsal bir durum değil; bedenimizin, zihnimizin sınırlarını zorluyor.

Peki sosyal hayat?

Kahveler, yürüyüşler, tesadüfler yerini görüntülü aramalara, toplu mesajlara, çift tikli ilişkiler dünyasına bıraktı. Yüz yüze iletişim azalıyor; derin sohbetlerin yerini emojiler alıyor.

Ve fark etmeden kalabalık bir yalnızlığın ortasında buluyoruz kendimizi.

Newport bu konuda şunu da söylüyor:

“Digital minimalists see new technologies as tools to be used to support things they deeply value—not as sources of value themselves.”

“Dijital minimalistler, teknolojiyi kendi değer verdikleri şeyleri destekleyen araçlar olarak görürler; başlı başına bir değer olarak değil.”Kaynak: Goodreads

Yani mesele teknolojiden kaçmak değil. Onu nasıl, ne için kullandığımız. Bugün siz kaçacağım deseniz, teknolojinin hiç olmadığı bir hayata; işiniz, sosyal hayatınız ve belki aileniz izin veremez…

Soru şu: Bu araçlar bizim hayatımıza anlam mı katıyor, yoksa biz onlara anlam yüklemeye mi çalışıyoruz?

Tüm bu veriler, tüm bu tespitler bize bir soru sorduruyor:

Yaşamak için ne kadar zamanımız kaldı?

Gerçekten yürüdüğümüz, dokunduğumuz, dinlediğimiz, derin bir sohbet ettiğimiz zaman dilimi günde kaç dakika sürüyor?

Bireysel olarak sadeleşme ve araştırma sürecimde farkettiklerimi ve uygulamaya çalıştıklarımı, hem bir araştırmacı hem bir pazarlamacı gözüyle deneyerek sizlerle paylaşmak istedim. Bu seride birlikte hayatımızı işgal eden bu dijital araçlarla hayat dengemize yönelik sorduğumuz tüm soruların peşine düşelim. Dijital kalabalığın içinden sade bir yaşama doğru yürümek mümkün mü birlikte keşfedelim…

Hedefimiz, kendi ritmimizi ve dengemizi yeniden bulmak olsun.İlk adımı attık. Şimdi durup şöyle bir bakmak gerek: Nereden geldik?

HABERLER